Kitap Alıntıları
Kitap Adı: Dindar Suretler Seküler Siretler
Yazar Adı: Şaban Ali Düzgün
Yayın Tarihi: Mart 2024
ISBN: 9786257236935
İnsan yaşama karşı iki radikal tutum geliştirebilir. Ya hayatı mevcut haliyle kabul eder ya da daha iyiye dönüştürmek ister.
İnsan aklı mevcut gerçeği bütün çıplaklığıyla görüp karamsar bir tablo çizmek ve tedbir almak zorundadır. İnsan iradesi ise her zaman daha iyiyi umut eder ve arzular.
Umut ve irade/arzu, insanın hayata tutunmasını sağlayan en büyük güçler. Kur’an’ın ‘kesin kararlılar’ (ulu’l-azim) olarak adlandırdığı peygamberleri farklı kılan bu güçlü iradeleridir. Bu güçlü iradeler, mevcut şartlar ne kadar ağır olursa olsun, her zaman ‘başka türlüsü de mümkündür’ ilkesine yapıştılar.
Tarihin trajedi ve görkem arasında salınan kaderini trajik olandan kurtarıp görkeme dönüştürme bu kesin kararlı, diğergam ve fedakâr ruhlarla mümkün olmuştur. Hikmetten yoksun bencil ruhların, tarihin kolektif nefs-i emmâresi gibi çalışıp yarattıkları insan trajedileri onlar sayesinde önlenebilmiştir.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 18 ]
Modernizmin ve sekülerizmin ilerlemeci tarih tezinin öngörülerinden biri, dinin hem kişinin yaşamından hem de kamusal alandan elini eteğini çekeceği yönündeydi.
Ama moderniteyle birlikte uzunca bir süre toplumun (kamusal alanın) çeperlerine itildiği düşünülen din, bugün siyasetin küresel çapta kendini gittikçe ırk, ulus, din gibi üst yapılara dayandırmasıyla kurulan denklemlerde yeniden yerini aldı, kurum ve kurallarıyla daha görünür hale geldi.
Bu görünürlülükle birlikte, son derece modern ve seküler küreselleşme hareketinin ortasında insanlığın geleceğine dair projeksiyonlarda dinin tutacağı yer tartışılmaya, anlamı ve yaşama uygunluğu sorgulanmaya başlandı.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 19 ]
Bu farklı tezleri de dikkate alarak, bugünün siyasal ve sosyo-politik şartları içinde dinin nasıl konumlanacağını aşağıdaki sorulara verilecek cevaplar belirleyecektir.
Irka dayalı siyasetin aşırı sağı, ırkçılığı, yabancı düşmanlığını körüklediği ülkelerde din nasıl bir işlev görmektedir?
Siyasetin yapıp-ettiğini meşrulaştıran ve halkı buna ikna eden kullanışlı bir araç olarak mı iş görmektedir, yoksa temel hak ve özgürlükleri insan onurunun ayrılmaz parçası dokunulmaz haklar olarak görüp, ırkçılığı ve yabancı düşmanlığını mahkûm eden çoğulcu bir dünya çağrısında mı bulunmaktadır?
İnsanların anlam, aşkınlık, kolektif dayanışma, mutluluk, kişisel özerklik ve özgürlük özleminin bir ifadesi olarak dünya dinleri özelde de İslam, daha uzlaşmacı bir küresel toplum için teorik ve/veya pratik bir güç olabilir mi? Yoksa dine, modern toplumun mevcut dehşetini meşrulaştırmanın gerici, karşı-devrimci rolü mü yüklenmektedir?
Din, insana verdiği umut, hoşgörü ve çoğulculuk mesajıyla, toplumu tehdit eden "medeniyetler çatışması" tezini boşa düşürecek şekilde, hem kişisel özerkliğin hem de evrensel dayanışmanın hüküm sürdüğü daha uzlaşmacı, adil, insancıl, eşitlikçi ve barışçıl bir toplum vaadini gerçekleştirebilecek kabiliyete sahip midir?
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 19 ]
İnsan özerkliğinin altının kalın harflerle çizildiği, insan onurunun her platformda seslendirildiği, toplumsal dayanışmanın yüceltildiği aydınlanmış toplumda, insanlığın büyük bir kısmı neden savaş, hastalık, açlık gibi sürekli acil durum veya olağanüstü hal zamanlarının esareti altında yaşamaktadır? İnsanların büyük bir kısmının içinde yaşadığı bu trajediyi önümüze getiren sürece etkisi bağlamında din nerede durmaktadır?
Yaşanan bu tarihsel-toplumsal gerçeklikler karşısında din ne önerebilir? Önerilerinin hayat bulabilmesi için siyaseti hangi idealler etrafında organize edebilir?
Yoksulların, ezilenlerin, sömürülenlerin, haklarından mahrum bırakılanların, sesi duyulmayanların, acı çekenlerin inişine kaynaklık ettikleri vahiy, bugünün dünyasına hangi insani gerekçelere bağlı olarak yeniden inebilir/hitap edebilir?
Değişen tarihsel-toplumsal koşullarda dinin insanlara nasıl bir ufuk vadettiği, dinin ve dindarların tarihsel tecrübesinin, geleceğe ilişkin kurgularını olumlu ya da olumsuz yönde nasıl etkilediği, her yeniyi ihtiyatla karşılamayı alışkanlık haline getiren ve geleneğe bekçiliği yeniliğe öncülüğe tercih eden dini yapıların ve liderliklerin yeni olanla hesaplaşma konusunda nasıl bir strateji geliştirmesi gerektiği sorularını da buraya eklemek gerekir.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 20 ]
1993'te Samuel Huntington, tüm toplumların demokratik kurumlar geliştirebileceğini varsaymakta yanıldığımızı, çünkü demokrasinin ilkelerinin pek çok kültürle bağdaşmadığını; bireycilik, liberalizm, anayasacılık, insan hakları, eşitlik, özgürlük, hukukun üstünlüğü, demokrasi, serbest piyasalar ve kilise ile devletin ayrılması gibi Batılı fikirlerin İslami, Konfüçyüsçü, Japon, Hindu, Budist veya Ortodoks kültürde karşılığının bulunmadığını iddia etmişti.
Bu tezin Batı'da çok sayıda alıcısı olduğunu kabul etmek gerekir.
Bu tezi destekleyecek şekilde, bugün ulus-ötesi (trans-national) selefi hareketlerin esir aldığı bir İslam algısının da hakim bir kanaate dönüştüğü de ortadadır.
Böyle bir ortamda dünyada dinin, hele İslam dininin kamusal görünürlüğünden bahsetmek ne kadar mümkündür?
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 22 ]
Kur'an, adaletin ancak "göze göz, dişe diş" yani "kısasa kısas" ile tecelli edebileceğine inanan zamanları geride bırakma arzusundadır.
Bu cezâi adalettir. Kur'an bunun ötesine geçip, merhamet gösterip affetmenin de bir adalet şekli olabileceğini bize öğretmek ister.
Kur'an bir ideal olarak insanların "cezâi adaletin" hükmünü sürdüğü yaşamdan, "etik adaletin" hüküm sürdüğü, kimsenin adalete muhtaç olmadığı bir toplumsal yaşama yönlendirmektedir.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 23 ]
Merhametin/affın/bağışlamanın öncelendiği bir ilişkinin meyvesi, nefretin ve öfkenin ortadan kaldırılmış olmasıdır.
Adaletin tatbiki, kızgınlığı ve nefreti hiçbir zaman ortadan kadırmaz; ama af kaldırır.
Ayette işaret edilen "mükâfatı Allah katında olan" af, aslında bağışlamayla birlikte insanı kapsayan sükûnet, içinden boşalttığı intikam ve nefret hislerinin yokluğunun yarattığı dinginlik ve Allah'ın insanlara gösterdiği lütfa ortak olmanın getirdiği bir yücelme hissidir.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 24 ]
Var olmanın ve var kalmanın yolunun var etmekten geçtiği keşfedildiği anda, merhametin tarihin kurucu ilkesi olduğu anlaşılacaktır.
Allah'ın varlıklara karşı merhametli olmayı kendine bağlayıcı ilke olarak yazması (En'am 6/54) bundandır.
Merhamet yedeğine rızayı, hoşgörüyü, çoğulculuğu, umudu, iyimserliği, tevazuyu ve ihtiyatı alarak yaşama dahil olur.
Bu erdemlerle din artık sadece kişinin mahrem yaşamında değil, kamusal alanda da iş görebilir bir karaktere kavuşmuş demektir.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 25 ]
Dinin tamamlayıcı karakteri muhafazakârlık değil, aksine yenilik ve yeni olana açıklıktır. Zira peygamberler içinde bulundukları tarihsel-toplumsal şartları muhafaza etmek için değil, aksine değiştirip dönüştürmek için gönderilmiştir.
İnsanın düşünce ve davranışlarında kök salmış ve gelenekselleşerek (örfe-âdete dönüşerek) kendini korumaya almış alışkanlıkların muhasebesini yapmak, faydalı olanların devamına, zararlı olanların imhâsına, dejenere olmuş olanların da ıslahına çalışmak, peygamberlerin misyonunun bir parçası olmuştur.
Yeni olana yabancı kalan ve sürekli savunmada olup ön alamayan kurum ve kurallar tarihin dışına itilirler.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 27 ]
Orta Çağ'dan bir kopuş olarak kendini konumlandıran modernizm, insanın dine olan kurumsal bağlantısını; hümanizm, sekülerlik, laiklik üzerinden minimal düzeye indirgemeyi amaçladı.
Bu türevleriyle düşünüldüğünde, modernizmin bugünü etkileyen iki baskın yüzüyle karşılaşırız.
Biri dinamik, ileriye dönük, benzeri görülmemiş bolluk, özgürlük ve tatmin vaat eder; kentsel-endüstriyel yaşamda yetenekli girişimciler için göz kamaştırıcı imkânlar sağlar.
Diğeri, modernizmin karanlık yüzünü, beraberinde getirdiği yeni sorunları temsil eder.
Madalyonun diğer yüzü, şehir sakinlerinin yalnızlığı ve bu yaşama ayak uyduracak kabiliyeti olmayanlar için başarısızlığın yarattığı ıssız/izole/yalnız yaşamlardır.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 28 ]
Sabit ile değişken, eski ile yeni, dinsel ile seküler arasında mutlak karşıtlık ve uzlaşmazlık gören geleneksel zihin, "yeni olanın" hükümferma olduğu bu yeni sürecin yarattığı paradoksu aşamayınca, dinin büyük ideallerini de, yeninin ona vadettiğini de içine çekip yutan bir bilinç kaybına uğradı.
Müslüman halklar, bugün içinde nefes alıp verdikleri modernizm, sekülarizm, rasyonalite, kapitalist üretim ve neo-liberal tüketim kültürü gibi modernizmin türevleriyle nasıl bir ilişki kuracağı konusunda hâlâ tereddüt yaşıyor.
Bu mutlak karşıtlık hâlâ varlığını koruyor mu, yoksa dinin uzun bir süreden sonra geri kazandığı bireysel ve toplumsal temsil alanlarının genişlemesinin getirdiği özgüvenle bir uzlaşı mı arıyor?
Yoksa, tam da hipergerçeklik dönemlerini tanımlar şekilde "dindar sûretler, seküler sîretler" olarak işaret edebileceğimiz bir yaşamı mı idrak ediyoruz.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 31 ]
Dinin hegemonik bir güce dönüşmesi/kendini zor ve baskı kullanan devlete eşitlemesi dinin amaç kaybıdır; yerini, yönünü, istikametini kaybetmesi demektir.
Hukukun üstünlüğü, temel haklarda eşitlik, adalet, özgürlük, güven, hakkaniyet gibi değerlere hayat vermesi beklenen din, hegemonik bir güce dönüştüğünde misyonunun tam aksine bunları yaşam alanından silip atabilir.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 38 ]
"Kimlik İslamı ile hakikat İslamı her zaman birbiriyle kavgalıdır" diyen Abdülkerim Süruş'a göre hakikat İslamı, hakikatin peşinde olan herkesle oturup konuşabilir.
Kimlik İslamı ise, başka kimliklerle her zaman kavga etmeye ayarlıdır.
Bugün biz İslam'ın içindeki farklı alt kimliklerin birbiriyle kavga ettiği, hakikatin de bu kavga ortamında görünmez hale geldiği bir dünyayı tecrübe ediyoruz.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 39 ]
Fizikle çevrelenen insan, sınırlılığını metafizikle aşma gayretindedir.
Görmesi sınırlı olan insanın teleskoplar geliştirmesi; yürümesi sınırlı olan insanın roketler, uçaklar yapması; düşünmesi sınırlı olan insanın kavramlar üretmesi, sınırlılığı ve sonluluğu aşma arzusunu temsil eder.
Ama sınırları aşma, aynı zamanda içinde bir risk barındırır. Sınırı geçtiğinde insan artık tanımadığı topraklardadır.
İnsan tam da burada vahyin yol göstericiliğine ihtiyaç duyar. Yerine göre nur, yerine göre nar olarak tecelli eden vahyin insan yaşamına girişinin temeli böylece atılmış olur.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 42 ]
Biz hep şöyle baktık, Allah'ı birleyelim, tevhidi koruyalım.
Tamam! Allah'ı birleyelim. İyi de, tevhidin yaşadığımız dünyada yarattığı bir ortak payda yok mu?
Olmaz mı!
İnsanların hırslarını kontrol etmelerini gerektiren bir kader birliği var; ırkçılığı ortadan kaldıran bir ortak soy birliği var; iyiyi herkes için isteme, kötüyü de herkesten uzak tutmayı kategorik olarak emreden ahlak birliği var, vs.
Dinin bütün yüzyıllarda, bütün milenyumlarda yaşamasını mümkün kılacak olan bu birlik ülküsüdür.
... Bu birlik ruhu kaybedildiğinde, hakikatin hakikat iddiasındaki insanlar elinde paramparça edildiğine şahit oluruz. Kitaba mirasçı kılınan insanların bir kısmının kendilerine zulmettiğini söyleyen ayet (Fatır, 31-32) tam da bu trajediye işaret etmektedir.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 44 ]
Herkesin bir başkası için tehdide dönüştüğü bir dünyada, diğer insanlar birer cehennem olarak görülürler.
Sayıca çok olan ırk, başka ırkların; din, diğer dinlerin; mezhep, diğer mezheplerin; sayıca çok ve güçlü olan cins, diğerlerinin cehennemine dönüşüverir.
Zira hayatın üzerinde yükseldiği özgürlük, eşitlik, hakkaniyet, adalet gibi bütün değerler, çoğunlukla azınlık arasındaki ilişkide buharlaşmaktadır.
Varlığın nehir yatağını besleyen bütün varoluşlar böylece kurutulmaktadır. Oysa kendimi fark edebilmem, ben diyebilmem için bile başkalarının varlığı bir zorunluluktur.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 45 ]
Dini ve milli hassasiyetler adına insanların korku ve endişelerini kullanarak farklılığın tehdit unsuru olarak gösterilmesi, en sık karşılaştığımız yok etme yöntemidir.
Din veya devlet aygıtları, farklılıkları önce kontrol sonra da mahkûm ederler. Bunu da, güvenliği öne çıkarıp, özgürlüklerin canına okuyarak yaparlar.
Dinler din adamlarını, devletler ideologlarını, yargı ve polisini bu yönde seferber ederler.
Kendi grup çıkarlarını korumak adına, başkalarını kendi cehennemleri olarak tanımlama ve yok etme konusunda kurumsal din de, devlet de çok heveslidirler.
Oysa yaşamın varlığı ve verimliliği, bu çeşitliliğin/farklılığın korunmasına bağlıdır.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 46 ]
Başkalarına tahakküm etme arzusunun peşine takılanları Kur'an, "rablık taslayan insancıklar" (erbâb) olarak tanımlayıp mahkum etmektedir.
Dinin otoritesini kullanan bu insanların sahte kutsallıklarla ördüğü eleştiri geçirmez kalın duvarlara ilk saldırı Kur'an'dan gelmektedir.
İnsanın bedenini ve ruhunu kuşatan bu surlara karşı Kur'an, tek otorite olarak Allah'a sarılmaya, onun dışında kalanları yerle bir etmeye çağırmaktadır.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 55 ]
Bu muhayyel gerçeklik içinde benim en büyük arzum, sizin sorunuzda dile getirdiğiniz rıza (çoğunluğun tahakkümüne karşı çoğulculuk; toleransın ötesine geçen saygı), takva (dindarlığın bir tahakküm unsuruna dönüştürülmesine karşı hesap verilebilirlik, sorumluluk ve şeffaflık) gibi Allah ile insan arasındaki ilişkiyi kuran terimlerin bu güçlerini insanlar arasındaki ilişkilere de transfer ederek, dinsel ve seküler arasındaki mesafeyi kapatmak.
Dünyayı yeniden kurmaya yönelen her hamleyi dinsizlik, bid'at olarak etiketleyerek, insanın dünyayı imar etme sorumluluğunu sakatlayan ve onu varlığa da kendine de yabancılaştıran din anlayışına da, ruhsuzluğuyla insanı kendi eliyle yarattığı dünyadaki nesneleri elde etme hazzının kölesine dönüştüren modernliğe ve sekülerliğe de ayna tutup, hatalarıyla yüzleştirecek üçüncü bir yola ihtiyaç var.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 57 ]
Bugün İslam dünyası bir gerçeklik kaybı yaşıyor görünümündedir. Hakikatin, hakkaniyetin, hukukun alan kaybına uğradığını gözlemliyoruz.
... Bu gerçeklik kaybına karşı insanın sağlam durmasını temin etmek iddiasında bir kaynak var elimizde: Kur'an-ı Kerim.
Bir hidayet kaynağı ve bilinmeyen topraklarda yol alanlara yol-yordam gösteren bir kılavuz.
Bu kılavuzluk, bizi, birbirini denetleyen ve böylece hata yapma ihtimalini asgariye indirgeyen üç temel unsurla buluşturur.
Bunlardan ilki, teolojinin kökeni olan vahiydir. İkincisi, metafiziğin kökeni olan akıldır. Üçüncüsü, antropolojinin kökeni olan özgür iradedir.
Yaşamın bu üç dinamik unsuru yerine göre birbirlerini denetleyerek, yerine göre birbirlerini destekleyerek bir mutabakat yaratırlar ve insanın gerçeklik zeminini sağlamlaştırırlar.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 63 ]
İnsanın yaşadığı dünyaya yeni değerler önermesi, onu iyiye doğru değiştirip-dönüştürme iradesi göstermesinden daha doğal bir şey olamaz.
Bunu da Allah'ın yeryüzündeki terazisi olarak tanımlanan akletme yetisini kullanarak yapacaktır.
Soru şu: İnsan aklı ictihat ve istinbat yoluyla Kur'an'dan hükümler çıkarabilir mi, bir hüküm koyabilir mi, Allah'ın koyduğu hükümleri bir gerekçeye dayandırabilir mi, "hikmeti şudur" diyebilir mi, hikmetin/gerekçenin değişmesiyle hükmün de değişebileceğini söyleyebilir mi?
Aslında dinlerle ilgili bütün mesele budur.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 70 ]
Bizim gibi birikimi tarihte oluşmuş gelenekli toplumlar, tarihsel-toplumsal doku içinde üretilen bir bilginin ebediyen varlığa devamını sağlamaya çalışır, toplu ölü diriltme ayinlerine girişir. Kendi zamanının gerektirdiği yeniden inşaya soyunmayı tarihe bir tür ihanet olarak görür.
Her tekil insanın kendi tarihsel-toplumsal koşullarının gereği olarak kendini yeniden var etme, güncelleme ve sürekli gelecek projeksiyonu yapma alışkanlığı kazanması, inşa mantığını kazanmakla mümkündür.
Sürekli tarihte patinaj yapan, tarihsel olanla övünen, parıltılı mezar taşlarının nihayetinde içinde ölü kemikler barındırdığı gerçeğini hiç fark edemeyen bir kültürün küresel terazide ağır basacak, yüzünü ağartacak ve hayatı yaşanabilir kılmasını sağlayacak değerler üretmesi mümkün değildir.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 82 ]
Orta çağın, entellektüel karakteri itibarıyla Müslümanların yüz akı bir dönem olduğuna hiç şüphe yoktur. Fakat İslam düşüncesinin entellektüel başarısı; politik, sosyal ve kurumsal yapılarda kendini gösterememiştir.
Bu doğrultuda, bu düşüncenin ürettiği yüksek entellektüel kültürün; mezhep ve meşrep üzerinden kendini tanımlayan, standart ana akım düşüncenin dışında kalanları marjinal/şaz ilan eden, fikrin iç tutarlılığına değil de kim tarafından söylendiğine bakan primitif tutumları ortadan kaldıramadığı bir gerçektir.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 84 ]
İbn Rüşd'ü, İbn Haldun'u yetiştiren Berberî kültür; Farabi'yi, Maturidi'yi, Biruni'yi yetiştiren Orta Asya Türk kültürü yani Kuzey İslamı, Hicaz'ın temsil ettiği Güney İslam yorumundan neden farklıydı?
Bu coğrafyanın nasıl bir kültür dokusu ve varlık tasavvuru vardı ki, İslam bu topraklarda bir uzlaşı kültürü yaratırken, aynı kültürü Hicaz topraklarında yaratamadı.
İslam'ın tarihinde neden kaos/fitne normali; barış hali ara dönemleri temsil etmiştir? Neden bu coğrafyada olağanüstü hal dönemlerini gerektiren koşullar normalleşmeyi gerektirenlerden daha fazla hüküm sürmüştür?
Bütün bu anomaliyi doğuran zihniyetten dolayıdır ki, Orta Doğu'nun tarihi, ara dönemler hariç, ötekileştirmenin (tekfir/afaroz) ve şiddetin (mihne/engizisyon) tarihine dönüşmüş; Arap coğrafyasında İslam'ın tarihi, kan bağının/ırkçılığın esir aldığı bir zihniyetin gölgesinde yol almıştır.
Kabile yapılarının çoğulcu meşveret/şûra kültürünü boğduğu bu coğrafyanın üzerinden geçen zaman hem kendi içinde hem de kendi dışındakilerle sürekli kavgaya ayarlanmış bir saat gibi işlemiştir ve hâla da öyle işlemektedir.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 90 ]
İmam Maturidi "Mü'min olanlar kopmaz bir ipe sarılmışlardır" ayetini yorumlarken, insanın ilahi kaynağa bağlılığının gerekçesini, bu kaynağın aydınlatıcı kesin kanıtlara (burhan ve hüccet) dayanmasına bağlamaktadır.
İslam inanç sisteminin en temel eserlerinden biri sayılan Kitabü't-tevhid'in daha ilk sayfasında dine bağlanmanın kanıta dayanmasının zorunluluğunu ilan etmektedir.
... "Belirtmeliyiz ki, akıl yürütmeyi inkar eden kişinin elinde onu reddetmek için akıl yürütmekten başka bir kanıt yoktur. Bu da akıl yürütmenin zorunluluğunu ortaya koymaktadır ..."
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 96 ]
(Hüseyin) Atay'a göre; "Bir düşünce geleneği içindeki insanlar, ya kendilerini geleneksel kurallara, örf ve adetlere sıkı sıkıya bağlayan taklitçilerden, ya da bütün insanların sorunlarını dikkate alarak mevcudu aşmayı amaçlayan idealistlerden oluşur. Taklitçi gurup geriye, idealist gurup geleceğe bakar.
İslam'ın ilk üç veya dört asrına idealistler, sonraki asırlara taklitçiler hakim olmuştur."
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 127 ]
"21. Yüzyıl için Tanrı" kitabında "robot hakim ister misiniz?" başlığı altında şunlar kaydedilmektedir.
"Kürsüye yeni tür bir yargıç robot çıkarmaya ne dersiniz? Böyle bir yargıcın, sosyal yakınlık veya antipati nedeniyle tarafsızlığı zedelenmeyecek, yorgunluk veya migren gerekçesiyle de dikkati dağılmayacaktır.
Tüm tüzükler ve emsal kararlar için mükemmel bir hafızaya sahip olan bu robot yargıç, sahip olduğu bu bilgilerin tam da gereğini yapacaktır. Kısacası, böyle bir robot hakim, ideal bir sulh hakimi olurdu: bilgili ve soğukkanlı.
Yoksa eksik bir şey mi var?
Tüm bu özelliklere sahip bir bilgisayar yaratma yolunda önümüze çıkacak zorlukların üstesinden gelebileceğimizi farzetsek bile, yargıya boyun eğme isteğimizdeki ana unsur, hiçbir şekilde dile getirilmeyen hatta düşünülmeyen şey, yargıcın verdiği karardan ahlâken sorumlu olduğu gerçeğidir.
Robot böyle bir sorumluluk hissine sahip olabilir mi? Gerçekten de kendimizi sorumlu olarak görmek ne anlama gelir?"
İnsan neden gönül rahatlığıyla kendini yapay zekayla iş görecek olan bir robot hakimin verdiği karara teslim etmez?
Çünkü bilir ki, robotun vicdanı yok; ahlâki kaygıları yok; dolayısıyla yasa, kanun, yönetmelik gibi verilerin robota yüklenmesi ve eksiksiz bir şekilde hafızasında bulunması yeterli değildir. Bütün bu bilgilerin en mükemmel haliyle makinede bulunması onu insan yapmaz.
İnsanı gerçekten insan yapan nedir? Daha önemlisi, bilgi sahibi insan ile düşünen insan arasındaki fark nedir? İnsan ve insanın yaptığı makine arasında, zeka ile akıl (bilgi, hikmet, düşünce) arasındaki ayırımdır bu.
[ Dindar Suretler Seküler Siretler ] [ Şaban Ali Düzgün ] [ Sayfa 135 ]
Taptıkları varlıklar dahil, varlığın bir bütün olarak işleyişini bütün varlıkların üstünde tek bir Varlığa bağlayacak ergin bir zihne ulaşamamış putperest zihin, o nesnelere insanlardan kurbanlar vermek suretiyle, yaşamı kutsayan ilahi dinlerin aksine, uydurdukları ilahlara kurban veren bir kült yaratmışlardı.
Semavi dinlerin insanlığa en büyük hediyesi, insan zihnini putperest bağlılıklardan, bedenini de putlara kurban edildikleri sunaklardan kurtarmış olmalarıdır.